KERTENKELE MON AMOUR

“Dur dur, acele etme! Şimdi ben sağdan yaklaşayım sen soldan…”

“Sessizce ilerleyelim!”

“Bak şu paspası çek oradan, rahat yürüsün.”

“Ben şu kapıyı açtım mı, sen de öbür taraftan yavaşça yönlendir…”

İki kişi durmuş, eve giren kertenkeleyi dışarı çıkartmaya çalışıyorduk. Zavallım şaşırmış, bir sağa bir sola koşuştururken nasıl yapsak da korkutmasak diye düşünmeye başladık. Bu 10 dakikalık süreçte beynimiz ışık hızında öyle fikirler üretti ki, elimizde bir futbol takımı olsa bulduğumuz stratejik çözümlerle Avrupa Kupası’nı kazanabilirdik.

Sonra bir an, “Acaba…” dedik, “…biz bu kertenkeleyi hiç çıkartmasak. Evcil olsa, evdeki sivrisinekleri yese, arada bir kuyruğunu sallaya sallaya yürüyüşünü izleyip güzelliğine hayran kalsak…” Sonra 90’lı yılların pop şarkıcısının başına gelen gibi, gece uykulu uykulu kalktığımızda ya ezersek korkusu bastı; bu fikirden de vazgeçtik.

En sonunda kapıyı yavaşça açtık… Fırt! Kertenkele dışarı kaçıverdi. Tam sevinmişken gözümüz evin içinde kalan, çırpınan kuyruğa takıldı. Birbirimize bakakaldık. Birini istemeden de olsa korkutmak, can korkusu yaşatmak ne fena şeymiş… Aklıma dünyada bunlar üzerinden yaşayan, korkularla beslenen, korkuldukça kendini büyük hisseden insanlar olduğu geldi. İçim buz kesti. Kertenkelenin kuyruğu yeniden yerine çıkacak; peki ya yolda kuyruğunu kaybeden insanlarınki?

HENÜZ OKUMADIYSANIZ: WORD İLE GEÇİNEMEMEK

Yorumunuzu aşağıdaki boşluğa bırakabilirsiniz!