YAPAY DÜNYANIN MASKESİ

Televizyondaki reklamlar, Internet’teki fotoğraflar, sokaklardaki panolar mankenlerle dolu. Hepsi fıstık gibi, bir gram fazlalıkları yok. Erkekler kasla donatılmış, Michelangelo’nun David’i yanlarında halt etmiş. Kadınlar desen, Tiziano’nun güzellik kavramı tarihe karışalı yüzyıllar olmuş; Tiziano’nun resmettiği bir kadının bacağı, bugünün iki mankenine bedel… Sonra yaz geliyor, “E hadi denize gitsek” deniyor, bir kompleks alıyor insanı. Yok oram yok buram diyorsun, plaja bir iniyorsun, herkes senin gibi… Haydaaa… Nerde o baklavalar? Nerde bir santimi bile bikiniden taşmayan kadınlar?

Markete gidiyorsun, bütün elmalar pırıl pırıl, hepsi bir boy. Şeftaliye uzanıyorsun, tek bir delik, çürük yok. “Hah…” diyorsun, “…bak pazardan bile daha iyi yani…” Sonra bir gün köydeki akrabaları ziyarete gidiyorsun. Merhabalaşmak, özlem gidermek derken seni masaya buyur ediyorlar. Önündeki domatese bir bakıyorsun, yamuk yumuk… Bir kayısı getiriyorlar, “Aman içini aç da ye, böcek olmasın…” diyorlar, şaşırıyorsun. Meyvedeki böceği en son çocukken görmüşsün. Böyle için bir garip oluyor, “Hay allah, şindi ayıp olmasın diye yiyicez ama böcek möcek ıııy!” diye düşünüyorsun. Ağzına şekli bozuk kayısıyı atıyorsun, hayatında böyle güzelini yememişsin. “E hani?” diyorsun, “…meyve dediğin pırıl pırıl parlamaz mıydı?” Akrabalar saflığına gülüyorlar, “Şehir çocuğu seni…”

Sanal alemde dolaşıyorsun. İnsanlar seyahat fotoğraflarını paylaşıyorlar, yüzleri hep gülüyor, bir gün oradalar bir gün burada. Eşleriyle öyle mutlular öyle mutlular ki, aynı ilk tanıştıkları günlerdeki gibi… Çocukları, mükemmel. Mesela onların çocukları acayip zeki, yaramazlık yapmıyorlar, hiç kirlenmiyorlar falan… “Ah ulan…” diyorsun, “…ne şanslı insanlar var şu dünyada. Biz de boyna çalışalım, seyahat desen yılda bir kere 5 gün. Hanım desen çöktü artık, bi de birbirimizin suratına bakalı aylar geçti… Çocuk haylazın önde gideni, evde çığlık çığlığa…” 2 gün sonra o fotoğraflarını gördüğün arkadaşına yolda rastlıyorsun. Adam çökmüş, depresyonda. Bir sinir hastalığından öbürüne geçip duruyor. “Yahu, hani geçen gün Yunan Adaları’nı gezip yatta, barda, hamakta foto postalıyordun?” Arkadaşın ağzını açıp cevap verecek, “Hadi iyi günler…” deyip başı önünde uzaklaşıyor.

Her şey yapay. Eskiden, “Fotoşop var mı bu fotoda fotoşop?” denildiğinde ünlüler “Amaaan olur mu yahuuuuu, benim fotoşop neyime gerek…” diye açıklamalar yaparlardı, artık cep telefonlarımızdaki uygulamalarda bile vücudumuzu inceltip, cildimizi düzeltip, kendimizi başkalaştırabiliyoruz. Çoraplar var mesela, 80 yaşında kadın giyse de bacakları taş gibi görünüyor, tek bir kırışık, tek bir sarkma yok.

Bunca yapaylık içinde de gerçeğin nasıl olduğunu zamanla unutuveriyoruz, kendi komplekslerimizde, kendi buhranlarımızda yuvarlanıp gidiyoruz. Son zamanlarda çok insandan duyuyorum, “Neden ben? Neden her şey benim başıma geliyor allaaam?” diyerek kaderlerine isyan ediyorlar. Oysa fark etmiyoruz, bizim görmemiş ya da duymamış olmamız bir şeylerin gerçekleşmediği ya da gerçekte farklı olmadığı anlamına gelmiyor.

Aynada suratına bakıyorsun, beğenmiyorsun. Fondötenle kalın bir tabaka hazırlıyorsun, gözlerini kalemle büyütüyorsun, yanaklarına allıkla renk veriyorsun, dudakların nar çiçeği. Masken hazır, artık dış dünyaya çıkabilirsin.

HENÜZ OKUMADIYSANIZ: DEVRİĞİN KRALI

Yorumunuzu aşağıdaki boşluğa bırakabilirsiniz!