KARARSIZLIK İÇİNDE

“Hangisini istersin yavrum, söyle annene, hangisini alalım kuzuuuum?” Çocuk annesinin oyuncakçıda gösterdiği oyuncaklardan önce birine sonra öbürüne uzanıyor. Düşünüyor, düşünüyor… Ona kalsa tabii bütün mağazayı almak ister de seçim yapma anı gelmiş, gözleri bir ona bir buna gidip geliyor… O anda, sevgiyle karışık bir sabırsızlıkla çocuğuna seçme fırsatı tanımayan anne, “Al yavrum ikisini de al, evladııııım!” deyiveriyor. O anda çocuk anlıyor; seçim yapmasına gerek yok, birileri onun yerine seçecek ya da zaten önünde ne varsa almak, onun hakkı.

Kabul edelim, dünyamız karar verme yetisinden yoksun bireylerle dolu. Bu taaa insanların çocukluğuna dayanan bir psikolojik travmalar silsilesinin sonucu. Nedeni sanırım biraz ‘yetişkinlerin’ sabırsızlığına, biraz büyüklerin çocuğu, “Aman o daha çocuk canım” diye görmesine, biraz da ebeveynlerin çocukları şımartmak istemesine dayanıyor. Bunlar arasında kendi fikrimce en tehlikelisiyse, “Aman o daha çocuk, ne anlar. Dur bak, en iyisi ben şeeediyim şimdi onun yerine!” demek.

Geçen gün öğle yemeğinde yan masada oturan iki çocuklu İspanyol bir aile gördüm. Çocuklar küçüktü, anne baba çocuklara ne istediklerini sormadan çorba söylediler, kendilerine paella aldılar. Yemek önlerine geldi, çocuklardan biri bir çorbaya bir annesinin yediği paella’ya baktı ve avaz avaz bağırmaya başladı. Bir süre sonra restorandaki çığlıklar ve gözyaşları arasında çocuğun aslında çorbayı yemek istemediğini, gözünün annesinin paella’sında olduğunu anladık. Anne – biraz da etraftan çekinerek – kendi tabağını çocuğa uzattı, çocuğun önündeki çorbayı aldı, zafer çocuğundu: hemen kendini, yanaklarından gözyaşları süzülerek paella’ya gömdü. Ben aileyi tanımam, çocuğun normalde nasıl olduğunu bilmem. Belki sıradan bir günde çocuk hep çorba içmek istiyordur, o gün ters bir günüdür – mesela uykusunu alamamıştır – ve bu olay bundan sonra da bir daha yaşanmayacaktır. Ama yine de  bu örnekten yola çıkarak düşünmeden edemedim: acaba çocuklara basit de olsa bazı konularda karar almaları ve aldıkları kararların sonuçlarını kabul etmeleri gerektiğini öğretmek, çok mu zor?

Etrafımızda bir sürü mutsuz yetişkin var. Hayatlarından bir türlü tatmin olamıyorlar, başkaları hep şanslı, kendileri hep şanssız; başkalarının hayatları hep masal, onlarınki senaryosu kötü yazılmış pembe dizi. Dışarıdan bakınca iyi kariyerleri, mutlu evlilikleri, iyi yaşam tarzları var ama içlerinde hep bir “acaba” çalkalanıyor. Öyle kadınlar tanıyorum ki, eve ellerinde yeni bir elbiseyle dönmüş olsalar da akılları seçmedikleri ve mağazada kalan o diğer elbisede; öyle erkekler tanıyorum ki, son model arabası olsa da aklı hep almadıkları o öbür son model arabada; öyle hayatlar tanıyorum ki, akılları sahip olmadıkları o öbür hayatta.

Tabii farklı insanlar ve çocuklarını farklı bir bilinçle yetiştiren ebeveynler de var. Mesela bir Amerikalı tanıdığım, çocuğu cadılar bayramında elinde iki şekerle geldiğinde, “İkisini de yemen zararlı. Birini seçmelisin, diğerini başkasıyla paylaşmalısın,” dediğinde, çocuğun durumu kabullenip seçim yaptığını ve diğer şekeri arkadaşına verdiğini gördüm. Veya daha küçükken çocuklarına, gelecekte yapacağı meslekle ilgili gideceği okul konusunda söz hakkı tanıyıp, “Bak önünde bu şansın da var, bunu ister misin? Bunu yapmaktan keyif alır mısın?” diye soran anne babaları da bizzat tanıyorum.

Bütün bunları düşündükçe, ucu görünmez bir zincirle yeniden bir yerlere sürükleniyorum. Belki de ileride, geçmişte aldığımız kararların getirdiği iyi ya da kötü sonuçları kabul ederek hayatımıza huzurla devam edebilmemizi sağlayan, çocukken basit konularda olsa bile karar verebilme hakkının tanınmasıdır. Bu bir şeker için de olsa geleceğimizi etkileyebilecek bir konu bile olsa geriye dönüp baktığımızda, “Evet, bunu o anda ben de istemiştim, çocukluk veya tecrübesizlik işte n’apalım ama yine de sorumluluğu alıyorum,” diyebilmek ve hata yapmış olsak bile kabullenebilmek, belki de bizi hayatımızdan tatmin olmaya götürüyordur. Belki de ileriki hayatımızda ciddi konularda soğukkanlılıkla karar verip “Keşke”lerle yaşamamak ancak hatalarımızın sorumluluğunu alabilmemizle mümkün oluyordur. Çocukları yetiştirirken sevgi sandığımız jestler, belki de geleceğin yetişkinlerinde tahminimizden daha derin izler bırakıyorlardır.

Çocuk elinde iki oyuncakla mağazadan çıkıyor. Zafer onun, seçim yapması gerekmediğini biliyor. Düşünüyor ki hayat, seçeneklerin önüne sunulduğu ve istediğinden istediği kadar yiyebileceği bir sofra. Oysa hiçbir zaman sahip olamayacağı şeyleri düşünerek yaşayacağı mutsuz günler, önüne çoktan serilmiş yatıyor.

HENÜZ OKUMADIYSANIZ: BİR FOTOĞRAFLIK TEMAS

Yorumunuzu aşağıdaki boşluğa bırakabilirsiniz!