Geçen gün bir kayaya oturup okyanusu izledim. Birkaç kilometrelik bir yürüyüşün ardından varılan artık kullanılmayan taş ocağının zemini, kazılardan basamak basamak olmuş okyanusa uzanıyordu.
Manzaranın güzelliğiyle elim fotoğraf makinesine gitti, birkaç kare sonra fotoğraf çekmekten vazgeçtim. Bir sürü fotoğraf kendinden önceki onlarca, yüzlerce, binlerce fotoğraf gibi dijital bir alanda kendisine ait bir dosyaya hapsolup kalacaktı; içimden o anda yenilerini mahkum etmek gelmedi. Deklanşöre uzanmak yerine, gözlerimle fotoğraf çekmeye başladım.
Önce tepelerden taş ocağına akıp taş basamaklardan süzülerek okyanusa ulaşan şelaleye ve onunla yaşam bulan zemindeki yeşil yosunlara baktım, ilk kadrajı yaptım. Bir göz kırpışı yetti, fotoğrafı aklıma kazıdım.
Ardından uzaklardan kabararak gelen dalgayı gördüm. Dalga büyük bir gürültüyle girintili çıkıntılı kayalara gök gürültüsü azametiyle bir darbe indirdi ve geldiği gibi hızla kabararak geri çekilip kopamadığı okyanusuna geri döndü. Zemindeki çatlak çatlak, kare kare, girintili çıkıntılı olmuş kayalarda dalgadan geriye küçük göller kaldı. Gölcüklerin birine, suyun hemen yayına bir martı iniş yaptı. Martının gagası suya daldı, çıktı, martı halinden memnun kalmadı, başka bir gölcüğe ilerledi, yeniden arandı… Henüz yemeği karaya vurmamıştı. Yeniden önümdeki görüntüye göz kırptım. Kadrajımda, gün batımında suları turuncu kırmızı parlayan onlarca gölcüğün arasında dolaşan, beyazlı grili bir martı kaldı.
Aklımdan, son yıllarda önümüzdeki görüntüye bakmak yerine bir daha bakmayacağımız ne çok fotoğraf biriktirdiğimiz ve anılarımızın çoğunu nasıl fotoğraflar üstünden yarattığımız geçti. Fotoğraf makinelerinin analog oldukları dönemlerde çok bakıp çok izleyerek az fotoğraf çekiyor, anılarımızı yaşadığımız hislerle, tecrübelerle, sonradan fotoğrafa dönüp bakma zorunluluğu hissetmeden oluşturuyorduk. Şimdiyse elimizde, anı yaşamak yerine fotoğraf çekme derdine düşerek biriktirdiğimiz dosyalar dolusu dijital görsel ve onlar sayesinde yaratmaya çalıştığımız hisler kalıyorlar.
Her şeyi abartarak yapıyoruz. Yememiz içmemiz abartılı, şakalarımız abartılı, konuşmamız abartılı, giyimimiz kuşamımız abartılı. Her şey gibi fotoğraf da zaman içinde bundan nasibini aldı, o da abartmanın çağlayan sularına karışıp harmanlandı. Acaba fotoğrafın görsel ve sanatsal yanını unutup soluksuz, telaş içinde, eşe dosta göstermek niyetiyle yediğimizi içtiğimizi ölümsüzleştirmek, kendi güzelliğimize hayranlığımızı sergilemek, sosyal medyayı beslemek ve geri bildirimlerle beslenmek için fotoğraf çekmek yerine arada bir nefes alsak, güneşin batarken bıraktığı kırmızılığı izlesek, yanımızdakilerle sohbet etsek, fotoğraf yerine anı biriktirsek…
Karanlık çökmeye başlayınca taş ocağından ayrıldım. Tarlalardan, tepelerden, otlayan ineklerin arasından geçip arabaya doğru dönerken, yukarıdan son bir kez taş ocağına vuran dalgalara baktım. Göz kırptım.
HENÜZ OKUMADIYSANIZ: MÜKEMMEL YANSIMA