ÇEKİNGEN KARŞILAŞMALAR (1) – Yıldızlı Gece

Tanışmalarda hep biraz çekingenim. Yaratılış meselesi, elimde değil. Ayaküstü yapılan konuşmalar ve havadan sudan sohbetler, oldum olası beni zorlar; ilk tanışma sözcüklerinin ardından gelen sessizliği doldurma telaşı da cabası.

Bazılarıysa, tanışmalarda çok rahattır. Sanki kırk yıllık tanışıklıkları varmışçasına konu yaratıp, bir de yarattıkları konuların altından üstünden yanından kenarından girip şık hareketlerle slalom yaparak, sohbeti ustalıkla sürdürürler. Ben katiyet bu kategoriye dahil olmadığımdan, geçtiğimiz hafta biraz gergindim. Birini yakından tanıyordum, ikisiyle az da olsa tanışıklığım vardı, diğer ikisineyse tamamen yabancıydım. Bu yüzden, önümde uzanan beş günün nasıl geçeceği, gözlerimin önünde sisten örülmüş bir ağdan farksızdı.

İlk gün, az tanışıklığım olanlardan birinin karşısına çıktım. Çok alımlıydı, üstünde taşıdığı bilgi birikimi ve kültürün verdiği çekicilik bir başkaydı. Kendini kolay kolay teslim edenlerden, hemen herkesin önünde içini dökenlerden değildi; bu yüzden sadece yüz yüze gelebilmek için bile saatlerce uğraşmam gerekti. Sonunda dar sokaklardan geçip arabayı park yerine bıraktığımızda, sanatına aşık gözlerle bakıp ona “Cara Firenze!”* diye seslendim. Güzelliğinin farkında olan birçoğu gibi, ağır hareketlerle yüzünü bana döndü ve lütfedercesine söylediği bir “Piacere!”nin** ardından beni süzdü: “Tarihte buralardan senin gibi, bilsen kaçı geçti!”

Haklıydı. Ben ona hayran kalan ne ilk ne son kişiydim. Fakat yanıldığı nokta, hayranlığımın onun görünen kısmına olmasıydı. Bilmiyordu ki, tarihte bir noktadan kopup kalmış binalarına, nehrinin geniş akışına ve onu bezeyen sanatına olduğu kadar, içindeki sanatı ve kültürü desteklemiş ya da yaratmış olan beyinlereydi hayranlığım; da Vinci’yeydi, Michelangelo’yaydı, Dante’yeydi, Medici ailesineydi.

Bir yandan ben ona içinden gelip geçmiş, topraklarında yaşamış, benim bastığım taş döşeli yollarında yürümüş tarihi karakterleri sorarken, o sıcaktan yelpazesini sallayıp hafif hafif havayı döndürüyordu. Lafımı yarıda kesip, “Yapma böyle ama…” dedim, “Havan zaten nemli ve sıcak, vızır vızır uçuşan kaplan sivrisineklerini savuran rüzgarınsa, bedenleri Dante’nin Cehennemi gibi kavuruyor. Ne olur seni gezip görme eylemini, bizim için zorlaştırma.”

Floransa, bana kocaman bir kahkaha attı: “Ah, ne komiksin! Güzelliğim için katlanacakların henüz bitmedi ki!”

O zaman önüme şehri delik deşik eden yol çalışmaları çıkarttı, çalışmalardan dolayı kapatılmış çıkmaz yollar çıkarttı, ters yönler çıkarttı. Ben şehrin sokaklarıyla mücadele ederken Floransa bana, yapılan bu estetik operasyonlarla ve yeni koyulacak tramvayla ne kadar güzelleşeceğinden bahsedip duruyordu. Onun bu tavrını bir süre idare ettiysem de sonunda daha fazla dayanamadım. “Biliyorum; sanatın, güzelliği yüceltmek anlamına geldiği bir dönemde, heykeller ve tablolarla zenginleştirilmişsin. Ve fakat unutma ki hayatta tek önemlisi, senin güzelleşme çaban değildir. Hadi bundan vazgeç, benimle bir kafede otur. Herkesle olduğu gibi seninle de dış güzellik haricinde paylaşacağımız, daha oncalarca konu var…”

Floransa, bunun gibi bir yaklaşıma alışkın değildi. Gelen turistlerin onun dış güzelliğiyle ilgilenmelerini, birkaç saat ya da en fazla birkaç günlük dolaşışlarını ve etrafta çer çöp bırakıp çekip gitmelerini kanıksamıştı. Bu nedenle önce bir an duraksadı; sonra, benim ayaküstü sohbetlere tahammül edemediğime gerçekten ikna oldu. Onun bana kalbini açışıyla uzun uzun konuştuk. O bana tarihini yaprak yaprak sıyırarak anlatırken, ben de onun derinliğine olan merakımı tüm katmanlarıyla dile getirmeye çalıştım.

Sonunda akşam olup kendini uykuya hazırlamaya başlayınca, bana kollarını açtı ve gülümseyerek baktı: “Sana…” dedi tüm içtenliğiyle, “…sana bir sürprizim var.” Ve kendimi o anda, Arno nehrinin kenarında Ponte Vecchio’nun karşısında buluverdim. Floransa yaramaz bakışlarla bana baktı ve birden yıldızlarını suya saldı. Onun bu jestiyle suya simli parlayışları ve kristal sesleriyle düşen yıldızlar, benim de gözümde ışıldayıp ruhumu doldurdular.

İyi geceler dilemeden önce, ona kelimelerle veremeyeceğim bir teşekkürü, başımı önüme hafifçe eğerek sundum; sıradaki şehrin, onun inceliğini taşıyacağını umarak.

* “Sevgili Floransa!”

** “Tanıştığımıza memnun oldum!”

HENÜZ OKUMADIYSANIZ: ÇİÇEĞİN İNADI

Yorumunuzu aşağıdaki boşluğa bırakabilirsiniz!