LAGÜN KENARINDAKİ ÇEMBER

Lagün kenarında sıcak bir gün. Rüzgâr nemle dolu, ağır ve yapışkan. Sanki her dokunuşuyla tenimizde, kendinden bir şeyler bırakıyor. Rüzgarın uçuşarak bıraktıkları arasında etrafımdaki konuşmalar da var; sürtünüp geçişlerinde üstümde demet demet cümleler ve kelimeler kalıyor, yavaş yavaş harflere bulanıyorum.

İki yanım, iki farklı fotoğrafçı grubuyla çevrili. Fotoğrafçıların sesleri müzikli, İtalyancanın kıvraklığıyla akşamüstü oyalarla işli, konunun içeriği fotoğraf ve sanatla bezeli.

Bir an, devam eden polifoniden kopuyorum. Gözlerim lagün kenarındaki bir çifte takılıyor. Sahip oldukları bir olta, bir balıkçı kepçesi, iki şezlong, bir şemsiye, önlerindeki mavi lagün, onu saran yeşillik ve gökyüzü. Bu çiftle aramda bir yol var, bizi paralel kesen. Bu yol aramızdaki uzaklığı hissettirdiği gibi, bir pencere misali, bana tamamen yabancı olan bu kadın ve adamın hayatını, birkaç dakikalığına izlememe imkân sunuyor.

Ben onların sakin ritmine dalmışken kadın birden yerinden kalkıyor. Yuvarlak vücudu zıplayarak balıkçı kepçesine gidiyor, kepçeyi tek hamlede kavrıyor. Adam sakin, güneşten kararmış vücudu zayıf, zayıf vücudu hala kıpırtısız. Kadının yanından koşarak geçişine aldırmıyor, aklı başka bir işte, odaklanmış. Sonra, zayıf vücudundan beklenmeyecek bir güçle ve sanki o anda can bulmuşçasına, hızla elindeki oltayı çekiyor. Oltanın ucunda bir balık, boyu parmak uçlarımdan dirseğime kadar, kıvrım kıvrım. Kadın elinde balıkçı kepçesiyle oltanın altında beliriyor, balık artık kepçede. Kadın kepçeyi yere bırakıyor, adam balığı oltadan kurtarıyor. Sonra ikisi de ellerini bellerine dayıyorlar.

Onların hareketlerindeki ritim değişikliği, yanımdaki fotoğrafçı gruplarına da yansıyor. İki yanımda devam eden sanat ağırlıklı konuşmalar, aniden yön değiştirip bir anda balığa odaklanıyor. Herkesin dikkati o anda çiftte ve aralarında kıvrılmış yatan balıkta. Gözlerimizde oluşan fotoğraf karesinin sağ yanında balıkçı çift ve ortalarındaki balık, sol yanındaysa ilerleyen sahil şeridi duruyor. Muhtemelen biz de başkalarının fotoğraf karesindeyiz: sağ yanda balık gibi iki fotoğrafçı grubu arasında duran bir adet Zeynep ile sol yanda yükselen sergi salonu.

Aniden bunun, ne büyük bir zincir olabileceğini düşünüyorum. Ortalarındaki balıkla duran çift, çifti izleyen iki fotoğrafçı grubu arasındaki ben, bizi izleyen yandaki sergiye gelmiş diğer fotoğrafçılar, fotoğrafçıların duruşuna şaşırıp baktıkları yeri anlamaya çalışan turistler, turistlerin dükkanın içine girmek yerine neden sokakta durup kaldığını merak eden dükkan sahipleri, dükkan sahiplerinin dalıp gittiği düşüncelerle sorularına cevap bulamayan dükkandaki müşteriler, dükkandaki müşterilerin çokluğuna şaşırmış yoldan geçenler, yoldan geçenlerin arasında slalom yaparak ilerleyen ve işe odaklı adımlarına gözlerini eğmiş işçiler, işçilerin boyalı kıyafetlerine bakan çocuklar, çocuklarını gururla izleyen sokaktaki masada oturan bir çift ebeveyn, bu çiftin ortasındaki masada duran bir adet balık ile sol yanda akan hayat…

Varsayımsal çemberden kendimi çıkartıp, yanımdaki konuşmalara dönüyorum. Fotoğrafın, edebiyatın, resmin, müziğin hayatımda oluşunda ve beynimin görüp duyduklarımla bağlantı kurarak beni hayal dünyamda dolaştırmasında huzur buluyorum. Yeniden dönüp, yanımdaki fotoğrafçıların konuşmasına karışıyorum.

HENÜZ OKUMADIYSANIZ: ÇEKİNGEN KARŞILAŞMALAR (6) – Aşk İşi

Yorumunuzu aşağıdaki boşluğa bırakabilirsiniz!