Önümde zaman durdu, her yeri sessizlik kapladı. Hem de bir kez değil, İzlanda’da olduğum hafta boyunca, birkaç kez.
Biz biçare insanlar, egolarımıza yenilip zamanı durdurmaya uğraşaduralım: Gençleşme kremleri, türlü türlü enjeksiyonlar, delicesine yapılan egzersizler… Zamanın etkilerini silme çabası. Çizgilerini var olmamışçasına, hayat yaşanmamışçasına ortadan kaldırma uğraşısı. Oysa zamanı yalnızca, zamanı bizim için durdurmayan doğa dondurabilirmiş; o anda anladım.
Önümde, gürül gürül akan, sesiyle kanyonu dolduran bir şelale. Oysa o ses, sadece aklımda bir yankı. Kışın soğuğuyla sesi ve suları, buzlara hapsolmuş. Kaskatı kesildiği yerde tek tük duyulan, üstünde döne döne uçan kuşların çığlıkları. Su durmuş, akış durmuş, zaman durmuş. Bizse fazla durmayıp, yanından geçip gidiyoruz.

Biraz daha ilerleyip buzula varınca, zaman tıpkı şelaledeki gibi bir kez daha donuyor. Her yanım buz. Yerdeki delikten, tıpkı Alice’in deliğe girişi gibi, buzulun içine iniyoruz. Mağaranın içi karanlık, sadece ışığın giremeyişinden değil, etrafımızı kaplayan siyah buzdan da. Bu siyah buz, volkanik küllerle suyun harmanı; buza hapsolup kalmış volkanik püskürmenin yaratımı.

Bulunduğum gruptan uzaklaşıp, mağaranın derinliğine ilerliyorum. Şimdi etrafımda kimse yok. Mağaranın yüksekliği boyum kadar, ayakta durduğumda kafamdaki kask tavandaki buza değiyor. Her yanım yüzlerce yıllık buzul. Zamanın donup kaldığı yeri görüyorum; hava kabarcıklarının hapsolduğu anı… Böylece benim için de zaman donuyor. Tek başıma durduğum sessizlikte, donup kalmış zaman boyut kazanıyor; mağara gibi derinleşiyor. Üstümdeki metrelerce buzun ağırlığını hayal etmeye çalışınca, ne kadar küçük olduğumu bir kez daha anlıyorum. Tüm koşturmalar, endişeler, kaprisler, kompleksler, hırslar, yaşanmışlar ve yaşanacaklar siyah, ucu bucağı görünmeyen bir delikten vakumlanıyor; donmuş zamandan sıyrılıp, uçup gidiyor.

Dışarı çıkıyoruz, her yer göz alabildiğine buzul, göz alabildiğine donmuş zaman. İnsansa ilerlemeye mahkûm. Biz de ilerleyip, kendimizi başka bir mağarada buluyoruz. Bu seferki masmavi, göz alıcı. İki duvarın arasındayız. Daracık bir kanyondayız. Sol yanımdaki duvara yaklaşıyorum, elimi buza koyuyorum. Kaygan pürüzsüz yüzeyinin altındaki hava kabarcıklarına yakından bakıyorum. Onlara zamanın donup kaldığı anı sormak istiyorum. Ve o andan beri etraflarında, kendilerine dokunmadan geçip giden zamanı. Yakalayamadıklarını. Yakalamaya gerek duymadıklarını. Bir şeyleri yakalama çabasıyla zamanı boşa harcayanların dramını…

Biliyorum, bu duygularım hayatın akışına kapılıp belki yavaş yavaş unutulacak. Yine küçük, önemsiz uğraşlarıma kapılacağım. Yine de yaşadığım tecrübe için doğaya minnettarım. Bir kez daha yalnızca küçük olduğumuzu değil, zamanı da hatırlattığı için. İlerlediği kadar, donup kaldığı anları da bize gösterdiği için. Bize, parlak yüzeyiyle ayna tuttuğu için.
HENÜZ OKUMADIYSANIZ: DUMANLI KAFA