Gözlerimizi karanlıkta açıyoruz. Aslında sadece o sabah değil son üç aydır her sabah gözlerimizi karanlıkta açıyoruz; alışkanlık haline gelmiş hareketlerle hazırlanıyoruz, odadan çıkıyoruz.
O sabah yanımdaki eşimle odadan otelin kapısına kadar uzanan koridoru boydan boya geçerken ve kafamın alacakaranlığında mahmurlukla dolaşmaya devam ederken, aslında otellerin birbirlerine ne kadar da benzediğini düşünüyorum. Odaların büyüklüğü ve şekli aynı, duvar renkleri aynı, mobilyaların stili aşağı yukarı aynı… Kafamın içindeki alengirli gri bölgede, değişenin yalnız halılar olduğu düşüncesi uçuşuyor. Kimisi çizgili kimisi dalgalı, kimisi kabarık kimisi aşınmış, kimisi solmuş kimisi capcanlı…

Otelin dışına adım atınca yerdeki halı değişiyor, her yeri bembeyaz olmuş buluyoruz. Bu beyazlık, gecenin sabaha yürüyen beyazlığı; yağan kardan gelen değil, donan zeminden büyümüş bir örtü. Gökyüzünde hafif pembemsi bir ışık zar zor seçiliyor. Her yer sessiz, donuk. Aklıma, çocukken babamın bana anlattığı “Karlar Kraliçesi” masalı geliyor; ve anlatımın yaşattığı, kışa dair hisler.
Yavaşça, düşmemeye dikkat ederek, ayağımızın altındaki bitki örtüsü ve buz karışımının çıtırtılarıyla arabaya ilerliyoruz. Masaldaki “Kraliçe” kelimesini söylerken, sessiz iki harfin çarpışmasıyla babamın ağzından çıkan çana benzer, köşeli kristal kışa ait sesi o anda yeniden duyuyorum: “Kra-liçe.” Sabahın ve uykulu aklımın karanlığında bu kelimenin söyleniş şeklini, ayağımın altındaki buzun çıtırtısı kadar net duyabilişime şaşıyorum.

Üstü buzdan bir tabakayla kaplı arabaya vardığımızda, soğuktan yapışmış kapıları zor açıyoruz. Arabanın içinde buzun çözülmesini beklediğimiz o on dakikada, Karlar Kraliçesi masalını hatırlamaya çalışıyorum ama aklıma ne başlangıcı geliyor ne de bitişi. Sadece bir isim var, “Karlar Kraliçesi” ve babamın anlatımıyla gelen hisler… Kışın, uyku öncesi, yatakta uzanmışız, babam bana her gece olduğu gibi, ses efektleri ve müziklerle bezeli bir masal anlatıyor.
Uzun zamandır dokunulmamış anılar kafamda çözülürken, arabadaki buzun eriyişiyle yola çıkıyoruz. Henüz güneş yüzünü göstermemesine rağmen gökyüzündeki renkler yavaş yavaş değişiyor. Dışarısı çok sakin, gökyüzünde tek bir bulut yok. Yollar bomboş. Bir biz, beyaz tarlaları ikiye bölen volkanik mıcırla yapılmış tek şeritli asfaltta, manzaranın içinden geçiyoruz. O anda kulaklarımda, Mussorgsky’nin “Çıplak Dağda Bir Gece” müziği çalıyor; eskiden bu müziği sıklıkla çalan bir müzisyen oluşumdan ya da arabanın kayıp geçtiği manzaradan değil, babamın hikayeyi anlatırken, fırtına sahnesini canlandırmak için bu müziğin başlangıcını kullanıyor oluşundan.

Müzik ilerlerken, müziğin ve masalın çocukken bana yaşattığı hisleri düşünüyorum. İçimdeki ürpertiyi bölen rüzgarlı uğultuyu… Karda tipi altındaki bir bedenin hissedebileceği titreyişi… Açan güneşle kristal berrak havanın kokusunu duyuşumu… Bu masal müziğin de gücüyle bana, içinden geçmekte olduğum İzlanda’daki gibi manzaraları, yatağın sıcaklığında da olsam fırtınanın tüm şiddetiyle birlikte hayal etmemi sağlardı; bana sıcakta soğuğu yaşatırdı. Kuzeyi güneye bağlardı.
Arabanın duruşuyla anılardan ana dönüyorum. Aydınlanan günle varış noktasına geldiğimizi fark ediyorum. Arabadan çıkıyoruz, kramponlarımızı giyiyoruz, kar ve buzla kaplı tepeyi inip sahile varıyoruz. Donmuş siyah kumun üstünde adım adım ilerlerken, etrafta ayağımızın altındaki çıtırtıdan başka ses yok. Vahşi, vahşi olduğu kadar huzurlu, huzurlu olduğu kadar dondurucu ve dondurduğu kadar çekici bir tablodayız.

Sonunda kemerin karşısına vardığımızda, içimde hala müziğin devam ettiğini duyuyorum. Müzik bana bu sefer, soğukta sıcak hisleri hatırlatıyor; çocukluktan kalma bir gecenin hikayesini anlatıyor. Bu sayede hikâyelerin ve anlatımın gücüne bir kez daha inanıyorum. Daha çok hikaye anlatıcısına ve bizi hayatımızdan çıkartıp hiç görmediğimiz yerlere götürecek hikayeye ihtiyacımız var. Kafamızı gömdüğümüz kumdan çıkartıp bilinmedik çöllerin kumlarına gömülmek, sıcak evlerimizde olsak da soğuğun gücünü hissedebilmek ve dört duvarımızdan sıyrılıp gözlerimizi belki anılara belki de bir gün yaşanabilecek maceralara çevirebilmek için. Karı yaşamasak da kardakileri anlayabilmek için. Karşımızdakilerle daha çok empati kurabilmek ve içimizdeki ufku genişletebilmek için. Sessizlikte de olsak, müziği duyabilmek için.
HENÜZ OKUMADIYSANIZ: ZAMAN DURDUĞUNDA