“Ne işle mi uğraşıyorum? Yazarım…”
“Çocuk kitapları, değil mi?”
“Hayır, yetişkinler için kurgu edebiyat.”
“Aaa… Ne tür kitaplar yazıyorsunuz?”
“Daha çok distopik dünyalarda kurgulanmış ve insan psikolojisinin karanlık noktalarını irdeleyen romanlar ve öyküler. Bu hikayelerde aynı zamanda da dili kırmaya ve insanların önyargılarıyla oynamaya çalışıyorum.”
“…”
Korona’nın bir rock star edasıyla Dünya turuna başlamasından hemen önce kayda geçen bu diyalog, ilk kez yaşanmıyordu. Bu, genellikle biriyle yeni tanıştığımda ister istemez varılan, hayatın içinden bir dejavu. Yaşanmış ve yakında yeniden yaşanacağını hissettiren bir döngü. Hadisenin tekrarı.
Neden bilmiyorum ama konuşmanın o noktasına her varışta, karşımda kim olursa olsun insanların suratında, beni baştan aşağı süzen ve durumu garipseyen bir ifade beliriyor. Muhtemelen karşılarındaki bu küçük yapılı, genç görünen kadının karanlık dünyalar ve zor yutulur konular yaratabileceğine şaşırıyorlar; tıpkı kuaför salonundaki televizyonda dönen video kliple hoparlörden duyulan radyo yayınının aynı olmamasının yarattığı his gibi, garip bir bocalamayla, suratlarındaki “Gerçekten mi?” diyen ifadeyi saklayamayarak.
Başlarda neden yazdıklarımı bana yakıştıramadıklarını ya da yakıştırdıklarının farklı olduğunu sorgulamadım değil. Zira bana kalsa yaşadığımız Dünya’da asıl zor olan, çocuk kitapları yazmak. Fakat sonradan düşününce, bana çocuk kitapları yazarlığını yakıştırmaları hoşuma gitti. Gıpta ettiğim birçok çocuk kitabı yazarı, dili çok iyi kullanıp sadece çocukların dünyalarını değil yetişkinlerinkileri de renklendirerek geliştirdiğinden, bu yakıştırmadan mutlu olmaya başladım. Ayrıca madem yazdıklarımla insanların önyargılarını kırmaya çalışıyorum, görüntümle yazdıklarımı aynı kutuya koyamamaları da beni gizliden gizliye keyiflendirir oldu. Sonuçta mesele kutulara yerleştirilenler ve aslında o kutunun içinde hiç bulunmamışlar; önyargılar ve yanlış yargılar; alışılmışlar ve aslında hiç alışılıp kanıksanmaması gerekenler.
Korona sayesinde insanlarla yüz yüze ilişkilerin kesilmesinden beri, yukarıdaki diyaloğu birkaç aydır yaşamıyorum. Yine de kapılar açılıp insanlar kendini yaza bıraktığında, aynı sorularla bir yerlerde bir zaman yeniden karşılaşacağımı biliyorum. Ve o zaman tekrar tekrar, şaşkın ifadeleri kucaklayarak ve cevabın uzunluğuna aldırmadan, soruları tek tek cevaplayacağım. İnsanların karşılarındaki matruşkayı açışlarında şaşırmalarına biraz şaşırarak, biraz da şaşkınlıklarından memnun olarak. Önyargılarının kırılmasına içten içe sevinerek. Belki de bunun gibi hazırlıksız yakalanışların ve görüntüyle tutmayan seslerin, bize bir şeyler öğretebileceğini umarak.
HENÜZ OKUMADIYSANIZ: ÇALAR SAAT