Üç beş kelimeye sıkışıp kalmış insanlar. Sosyal medyada hep aynı ünlemlerle aynı tepkileri verip duran ağızlar. Aynı yerde kürek çeken, heyecanlarını, mutluluklarını ve üzüntülerini aynı tekdüzelikle yaşamak zorunda bırakılmış kürek mahkumları gibi, aynı kelimelerde dönüp duran bizler. Kendi dillerine, dilleri dönmeyenler.
Türkçede bir “Muhteşem” var demir attığımız, “Aynen” var onaylamak için bolca kullandığımız… Bunlar aklıma sadece ilk anda gelenler. Çoğu zaman hepimiz aynı girdaba çekiliyoruzdur ya, acaba iki üç kelimenin döndüğü bu girdaptan kurtulmak için, bir çaba gösteriyor muyuz?
Buradaki biz, sadece Türkçe konuşanları içeren bir biz değil; insanı içeren ve daha kavrayıcı bir biz. Zira aynı durumu İngilizce, İtalyanca ve İspanyolca konuşanlarda da görmek mümkün; eminim benim konuştuklarımın dışındaki dillerde de aynı durum yaşanıyordur. Geçenlerde iş için 50’den fazla İngilizce video’yu izlemem gerektiğinde, bu meseleyi tekrar düşündüm. Hala daha, üstünden birkaç gün geçmiş olmasına rağmen, video’larda manzaranın güzelliğini anlatmak için farklı kişiler tarafından kullanılan 100’den fazla “Epic” (destansı, masalsı) kelimesini hazmetmeye çalışıyorum. Peki nasıl oldu da hayat denilen deniz seferinde, kelime dağarcığımızın dalgalara kapılıp boğulmasına göz yumarak, elimizde kalan iki üç kelimeyi habire tekrarlar olduk?
Bu, yeni bir mesele değil. Dillerin zenginliklerini yavaş yavaş kaybetmeleri ya da daralmaları, 1900’lerin başında da tartışılıyordu; hala daha tartışılmaya devam ediliyor. Ne de olsa dil zamanla değişen, sınırları ufuk kadar uzak ya da en yakın kara kadar elle tutulabilir olabilen, iletişimimizi sağlayan, esnek bir araç; bunu hepimiz teorik açıdan bilmemizin yanında, yaşayarak da görüyoruz. Günlük ihtiyaçlarımız doğrultusunda sadece birkaç yüz kelimeyle yetinip iletişim kurmak, işlevsel nedenlerle vardığımız, sevimsiz bir sonuç; bunda da hemfikiriz. Ama bunların haricinde benim ilgimi çeken, tıpkı video’ları izlerken anlatıcının suratında her “epic” değişiyle oluşana benzeyen ve ister istemez bana bunca paragrafı yazdıran, aynı kelimeyi kullanmaktan duyulan tatmin duygusu.
İnsan – doğası gereği – tekrar eden desenlere, tekrarlanan sayılara, tekrar tekrar dönen müzikal motiflere doğru karşı konulamaz bir çekim duyuyor. Beynimiz böyle çalışıyor; bundan memnun oluyor; tekrarlananlarda düzen buluyor. Öyleyse kişiler tarafından masumca, alışkanlık sebebiyle ve arkasında başka bir emel olmadan tekrarlandıklarında, kelimelerle de yaşanan bu olabilir: bazı kelimeleri daha çok seven ve onları kullanırken mutlu olan beyinler ile gülümseyen yüzler. Diğer yandan – özellikle sosyal medyada – bile isteye, üstüne basa basa ve belli bir amaçla tekrarlandıklarında, kişilerin bir kelimeyle kopmaz bağlar kurmaları ve kelimeleri sahiplenmeleri, planladıkları reklam kampanyalarının bir parçası olamaz mı?
Reklam ya da kışkırtma amacıyla kullanılan sloganlar ve kelimeler, suyun yüzeyinde görünenden çok daha büyük bir dip akıntısıyla bin yıllardır güçlerini üstümüzde kullanıyorlar. Bizi şekillendiriyorlar, bizi tepki vermeye itiyorlar, bizi belli amaçlarla harekete geçiriyorlar. Öyleyse bu vlogger’lar, youtuber’lar ve yeni jenerasyon influencer’lar da – tıpkı reklamcıların ve politikacıların sürekli yaptıkları gibi – tek kelimeyle hatırlanmanın gücünü, üstümüzde kullanıyor olamazlar mı?
Komplo teorilerine fazla inanmadığım gibi, yaşadığımız dönemde fazla bile ilgi gördüklerini düşünen biri olduğumdan, bunun üstümüzde gizli eller tarafından oynanan bir oyun olduğu savını ileri sürmek gibi bir niyetim hiç yok; sadece reklamın gücünü bilip kullananlar için tek kelimeyle hatırlanmanın, üne daha kolay kavuşmak için bir yol olduğunu düşünüyorum.
Tabii bu kelimeler, söyleyenlerin ağzında kalmakla da yetinmiyorlar; tıpkı akıntının sürükleyip karaya vurduğu yosunlar gibi, biz sahilde rastgele yürüyenlerin de ayaklarına dolanıyorlar. Belki başlarda bu kelimeleri tekrarlayan kişilerle dalga geçiyoruz, sonra yavaş yavaş o kelimeler bizim de ağzımıza oturuyorlar, zamanla oturdukları yerden git gide daha memnun hale geliyorlar ve bir bakmışız artık onları sürekli tekrarladığımızın biz bile farkına varamamışız.
Onca video’da tekrarlanan epic’den sonra, düşünce nehrinde iyice sürüklenip şuraya vardım: Kelimelere sıkışıp aynı girdapta dönüp durmaktan, acaba bizi hangi el kurtarır? Her şeyin sanala, görüntüye ve genel olarak medyaya dayandığı bu garip dünyada okumak, ne kadar eski kafalı bir uğraşmış gibi görünse de, bana kendimizi daha iyi ifade edebilmemiz için tek kurtuluşmuş gibi geliyor. Ne kadar okursak ve ne kadar kelimelerimizi bilinçli kullanırsak, kendimizi düştüğümüz bu döngüden o kadar kurtarabiliriz. Bu yüzden belki de girdapta dönüp durmamak için son güçle küreklere asılmalı ve yeni kelimelere yelken açmalıyız. Üç kelimeye sıkışmış kalabalık denizlerden aklıselim çıkabilmek için, kelimelerin saklandığı koylara sığınmalıyız. Varılan bu limanlarda genişleyen sözlüklerimizi, yeni seferlerde başkalarıyla paylaşmalıyız.
HENÜZ İZLEMEDİYSENİZ: 12’Yİ OKUYORUM