BUZDAKİ YAZI

Karda, beyaz bir çölün ortasında, grubun en arkasında ilerliyorum. Yürüyüşümüz yarım saate yakın sürecek; grup lideri böyle söyledi, biz de peşinde tek sıra, buzula doğru yol alıyoruz. Tepemizde, gökten pul pul dökülen kar taneleri.

Ben, biraz grubu toparlayıp kollayan kişi olduğumdan biraz da güvende olma hissini yaşarken kardaki yalnızlığı hissetmek istediğimden, grubun arkasındayım. Karda bir şey var, sessizliğinde insanı düşünmeye sürükleyen. Tüm hayatı, etraftaki beyaz çemberin dışına iten. Her yanı düzleştiren. Ve insanın düşüncelerini berraklaştırıp, karın yağış hızına eşleştiren.

Acaba kar, düşüncelerin en çetrefillisini bile berraklaştırabilir mi? 

Grubumuz iki kadın, üç erkek. Kar her adımımızda, sanki ayağımızdaki kramponların zincirleri yokmuşçasına, metalik sesi yutuyor. Geriye kardan yükselen hafif çıtırtılı ve hışırtılı bir sıkışma kalıyor. Hayatın bir yerinde sıkışıp kalmış insanların, içe içe patlayan yakarışları gibi. Sessiz bir inleyişle. Kaçışı olmadığını duyurarak.

Biraz ileride beyazlığın ortasında, rengarenk ve sıraya dizilmiş bedenler beliriyor. Kalabalık bir grup. Belki de gereğinden fazla kalabalık. Ve beklenmedik şekilde durağan. Bizse karda, seri adımlarla ilerliyoruz. Çabucak onların olduğu yere varıyoruz. Grubun en önünde grup liderinin elinden tutmuş bir kadın, belli ki zar zor ilerliyor; arkasından gelenler, durma noktasında. Kadının yürümekte zorlanma nedenini tam kavrayamıyorum. Belki beyaz karın içinde bir görünüp bir yok olan volkanik kayaların, ayaklarımız altında sinsice hareket etmesinden; belki de kadının, zaman zaman bileğe kadar yükselen karda yapılacak yürüyüşü küçümsemiş olmasından.

Biz onların yanından geçerken, çölde başka bir kervanla karşılaşmışlar gibi, diğer gruptaki tüm bakışlar bize dönüyorlar. Bizim grubun lideriyle diğerininki, İzlandaca selamlaşıyorlar. Ben de doğa yürüyüşlerinde sıkça yapıldığı gibi, yanından geçtiklerime başımla ve mimiklerimle selam veriyorum; selamımın karşılığındaysa sanırım biraz sabırlarının tükenmiş olmasından biraz da birkaç dakika öncesine kadar mağaraya girecek ilk grupken şimdi geçilmiş olmaktan, ters bakışlar alıyorum. 

Acaba karda bile, insanların hırslarından kaçılamaz mı? Kar, karakterlerimizin dikenli yanlarını dondurup kırarak, bizi benliğimizin karanlıklarından sıyıramaz mı?

Geniş bir açıklıktan geçip, buzulun altındaki mağaraya giriyoruz. İçerisi tahmin ettiğimden daha aydınlık. Mağaranın derinliklerinden bir nehir akıp yanımızdan geçiyor; geri kalan her yer donuk, her yer mavi.

Mağaranın duvarlarındaki masmavi buzun içinde çeşit çeşit siyahlı beyazlı desen. Gidip duvara dokunuyorum. Pürüzsüz, avucumda kaygan. Çekip elime bakıyorum, parmaklarımda volkanik kum. Yüzümü buza yaklaştırıyorum, içinde yol yol siyah izleri görüyorum. Bu yollar, binlerce yıl önceki patlamalardan kalan, volkanik tozlar. Bir hikayeleri var, buza yazılmış, yüzyıllar sonra bile okunan. 

Acaba binlerce yıl sonra, insanlığın çekişip durduklarından ne kadarı, buzun yazısında okunabilecek?

Bu benim, bu mağaraya ilk girişim değil. Son 3 yıldır, her kış en az bir kere aynı yolculuğu yapıyorum. Ama mağara, her seferinde farklı. Her seferinde tanıdık bir yabancı. Her sene bir yanı, biraz daha erimiş; her yanı, biraz daha eksik. Ya da içindeki suyla, biraz daha akışkan; her sene biraz daha dolu. Sürekli değişim halinde. Sürekli yeni.

Acaba yaşadığımız sıcak ve soğuk karşılaşmaların ardından, kendimizdeki değişimi fark edebiliyor muyuz?

Mağaranın bir bölümünde, tepemizde asılı kalmış sarkıtlar. Bu, donup kalmış bir şelale. Madden donmuş. Zamanı donmuş. Bir fotoğraf karesi gibi, bir anlık bir gülümsemenin kaydı. Buzun kısa bir süre sonra değişimiyle bir daha görülemeyecek, zamanın vesikalığı.

Acaba buz yatırılmış anılar, soğuk sırlı gülümsemeleri çözümlememizde, bize yol gösterebilir mi?

Mağaralardaki iki saatin sonunda dönüş yoluna geçiyoruz. Her yer aynı sessizlikle örtülü. Yolda yalnız karı ezen ayak sesleri. Bir süre sonra, buzla kaplı engebeli bir alana varıyoruz. Grup lideri önümdeki arkadaşa, olduğumuz yerden inebilmesi için yardım eli uzatıyor. Adam çekinmeden kabul ediyor, yardımla aşağı iniyor. Grup lideri aynı şekilde elini bana uzatınca, kramponlarımla yeri yokluyorum; aslında yardıma ihtiyacım olmadığını fark ediyorum. Kendi başıma inişi tamamlıyorum. Yürüyüşe tekrar başlayınca kar ve buzun kadın ve erkek ayrımını, bir adım için ve bir anlığına bile olsa ortadan kaldırmış olduğunu fark ediyorum. Önümde benzer kıyafetleri giymiş, cinsiyeti belli olmayan, kafalarında aynı kaskları taşıyan ve tek sıra halinde ilerleyen insan grubu. Birine yardım elinin uzatılması, yalnız fiziksel becerilerine bağlı; cinsiyetlerine değil. 

Acaba buzun kayganlığı, eşitliğe bakış açımızı değiştirebilir mi?

Bunların çoğu, naif düşünceler. Belki sadece umut ettiklerimi ve görmek istediklerimi karın sessizliğinde görmemi sağlayan bir bilinçaltı oyunu. Yine de bir beyaz örtünün kavga gürültüyü, çekişmeleri, adaletsizlikleri ortadan kaldırabileceği düşüncesi, bana iyi geliyor. Ayağımdan kramponları çıkartıp yeniden devasa kar aracına binmeden önce, geriye dönüp bakıyorum. Kara ve buza, beni bu düşüncelere sürüklediği için teşekkür ediyorum.

HENÜZ OKUMADIYSANIZ: “BAŞTAN” BAŞLAMAK

Yorumunuzu aşağıdaki boşluğa bırakabilirsiniz!