VAATLER DENİZİ

Avustralya’daki o küçük feribota binmeden önce bize, yunuslar vaat edildi. Ve foklar. Ve balinalar. Hem de öyle bir vaat edildi ki, Melbourne Körfezi’ni bir saatte geçecek bu yolculukta, denizlerin harikaları kalbimize dokunacaktı. Doğayla ellerimiz kucaklaşacaktı. Hayranlıktan ağzımız açık kalacaktı.

Bu vaadin şevkiyle feribot hareket ederken hızla kahvemizi içip güverteye çıktık. Güvertede rüzgârı göğüsleyerek, bazen yakın suları bazen ufku izleyip, o harikaları aramaya başladık.

Zaman geçip de hala daha hiçbir şey göremediğimiz üstüne eşimle konuşmaya başlamışken, biraz ötedeki orta yaşlı iki kadını fark ettik. Güvertede bir onlar vardı, bir biz. Birkaç bakışma ve kibar gülümsemenin ardından, Avustralyalıların rahat ve konuşmaya yatkın tavrıyla kadınlardan biri, rüzgârdan ve havanın serinliğinden konuyu açtı. 

Onların kıyafetlerine baktım. Boyunlarında birer ince fular vardı, ceketleri yakında Güney Yarımküre’de yaşanacak ilkbaharın keyfekeder hafifliğindeydi; bizse üç kat kıyafetin üstüne giydiğimiz kalın montlarla ve berelerle kıştan yakamızı hala sıyıramamıştık. Ben, “Hava serin,” dedim, “Ama buraya çıkıp yunusları, fokları, balinaları görmek istedik.” Sonuçta bize vadedilmişti. Hem de sadece feribota binmeden önce internet sitesinde değil, bloglarda, feribota binmeyi beklediğimiz kasabada ve feribotun duvarlarındaki ilanlarda da. 

Kadın uzakta, çok uzakta, körfezin ortasında bir yeri işaret etti. “Şu çardağı foklar için yaptılar,” dedi. “Foklar sıklıkla oraya çıkıp dinlenirler. Yalnız bu mesafeden görmek zor.”

Gözlerimi kısıp baktım. Fokları görmek bir yana, çardak bile zar zor seçiliyordu. O zaman balinaları sordum; kadın hiç denk gelmediğini söyledi. Yunuslar? Onlar çoğunlukla feribotla yarış ederlerdi ama bugün onlar da ortalıkta görünmüyorlardı. 

Sonra konu konuyu açtı. Sohbet bizim nereden gelip nereye gittiğimizden, onların nereden gelip nereye gittiklerine uzandı. Böylece bu iki kadının kardeş olduklarını, birinin Hollanda’da birinin Sidney’de yaşadığını ve beraber bir haftalık bir araba yolculuğu planlayıp Perth’teki annelerinin 95. yaş gününü kutlamaya gittiklerini öğrendik. Bu hikâyeyi duyunca, aklımda bir film canlandı: İki kardeşin Sidney’de buluşma anları, bir yanı yağmur ormanlarıyla bezeli diğer yanı okyanusa bakan dar yolda başlayan yolculuları, Adelaide’den sonra iyice çölleşen manzarada Tim Winton’ın öykülerini hatırlatan insan hikayeleri, bazı anlarda belki biraz çekişmece biraz şakalaşmaca, yoldaki zorluklar, Perth’e vardıklarında kapıda anneleriyle kucaklaşma anı, mutlu ama ilişkileri için havada kalan bir son…

Ben öyle dalıp gitmişken iskeleye yaklaştığımızı fark ettim. Ve de aslında, onlarla sohbet ederken bize vadedilenleri unuttuğumu. Yunusları. Fokları. Ve balinaları. Onun yerine, belki yıllar sonra düşünüp de yüzlerini hatırlayamayacağımız ama hikayeleri aklımızda kalacak insanlarla, soğuk esen rüzgârın yaladığı güvertede geçen sohbeti kazandık. Vaatler denizinden karaya, vadedilmemiş bir anıyla çıktık.

HENÜZ OKUMADIYSANIZ: ŞER SAATİ – KITALARI BİRLEŞTİREN MARQUEZ

BU DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: İKİ KADIN

Yorumunuzu aşağıdaki boşluğa bırakabilirsiniz!